VJz6U.
SİS Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan ağırlığının altında her şey silinmiş gibi, bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar! Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık; lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası! Ey zulümler sâhası… Evet, ey parlak alan, ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha! Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan, Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi! Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden sefahate susamış bağrında yaşatan. Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın. Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak, ey bin kocadan artakalan dul kız; güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli, sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor. Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun! Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi; içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden. Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken, lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi! Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır, İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın. Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri; Yalnız işte bu… Ve sanki hep bunlarla yükselinecek. Milyonla barındırdığın insan kılıklarından Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar? Örtün, evet ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir; örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi! Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar. Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler; ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki, geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur; ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi. Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri; ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler. Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler; ey servilerin kara gölgelerinde birer yer edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu; “Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları. Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler! Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar; ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer. Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi sembole eden harap ve sessiz evler; ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş, ve yıllardır tütmek ne… çoktan unutulmuş! Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar! Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir! Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât! Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler; ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar! Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra Nâmus; ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol Ayak öpme yolu. Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür! Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı! Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan, ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”! Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek vicdanlara uzatılan gizli kulaklar; ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar. Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret! Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm; ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre! Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet! Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç; ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç! Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca; ey kimsesiz; âvâre çocuklar… Hele sizler, hele sizler… Örtün, evet, ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir; Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi! Tevfik Fikret PROMETE Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürün minkar-ı âteşinini duy, dâima düşün Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım? .. Yükselmek âsümâna ve gülmek, ne tatlı şey! .. Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa… Ey müştâk-ı feyz u nûr olan âti-i milletin meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin yüklen getir – ne varsa – biraz meskenet – fiken, bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen esmâr-ı bünye-hıyzini; boş durmasın elin. Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin gökten dehâ-yi narı çalan kahramâanını… Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını! .. Tevfik Fikret BİR LAHZA-I TAAHHUR Bir darbe… bir duman… ve bütün bir gürûh-i sûr. Bir ma şer-i vazî-i temâşâ, haşin, okur Tırnaklariyle bir yed-i kahrın, didik didik, Yükseldi gavr-i cevve bacak, kelle, kan, kemik… Ey darbe-i mübeccele, ey dûd-i müntakim Kimsin? Nesin?. Bu savlete sâik, sebeb ne kim? Arkanda bin nigâh-ı tecessüs ve sen nihân, Bir dest-i gaybı andırıyorsun, rehsen â-feşân. Mâlik sesin o servet-i ra’dîn-i gayza ki Her yerde hiss-i hakk ü halâsın muharriki Sadmenle pâ-yi kaahiri titrer tegallübün, En gırre tâc-i haşmeti sarsar tekarrübün. Silkip ukub-i ribka-i a’sân, en çetin Bir uykudan uyandırır akvânu dehşetin Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın! Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın! Dursaydı bir dakikacağız devrî bî-sükûn, Yâhud o durmasaydı, o iklil-i ser-nikûn. Kanlarla bir cinâyete pek benziyen bu iş Bir hayr olurdu, misli asırlarca geçmemiş. Lâkin tesadüf., âh, o kaviler münâdimi, Acizlerin, zavallıların hasm-ı dâimi. Birden yetişti mahva bü tedbir-i hârikı. Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bârikı; Nakş etti bir tehekküm için baht-i bî-şuûr Târih-i zulme bir yeni dibâce-i gurûr. Kurtuldu; haklıdır, alacak şimdi intikam; Lâkin unutmasın şunu târih-i sifle-kâm; Bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen denî Bir lâhza-i teahhura medyun bu keyfini! Tevfik Fikret HAN-I YAĞMA Bu sofracık, efendiler – ki iltikaama muntazır Huzurunuzda titriyor – bu milletin hayatıdır; Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır! Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır… Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir! Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir… Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay… Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var. Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar. Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar… Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini. Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini… Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak! Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak! Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak, Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak… Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Tevfik Fikret ELHAN-I ŞİTA Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş; Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar… Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı, Ey kebûterlerin neşîdeleri, O bahârın bu işte ferdâsı Kapladı bir derin sükûta yeri karlar Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar! Ey uçarken düşüp ölen kelebek, Bir beyâz rîşe-i cenâh-ı melek gibi kar Seni solgun hadîkalarda arar; Sen açarken çiçekler üstünde Ufacık bir çiçekli yelpâze, Nâ’şın üstünde şimdi ey mürde Başladı parça parça pervâze karlar Ki semâdan düşer düşer ağlar! Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; Küçücük, ser-sefîd baykuşlar gibi kar Sizi dallarda, lânelerde arar. Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, Şimdi boş kaldı serteser yuvalar; Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan! – Son kalan mâi tüyleri kovalar karlar Ki havâda uçar uçar ağlar! Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir Berg-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter… Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir- Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler! Her şâhsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! – Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümîd… Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek. Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd! Göklerden emeller gibi rîzân oluyor kar, Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar. Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar. Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzan, Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân, Karlar.. bütün elhânı mezâmir-i sükûtun, Karlar.. bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun… Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök, Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi; Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi! … Cenap Şahabettin YAKAZAT-I LEYLİYYE Gel bu akşam da ser-be-ser güzelim, İhtizâzât-ı leyli dinleyelim Tâ uzaklarda işte bir piyano, Tâze parmakların temâsıyle Ağlıyor bir hazân havâsıyle… Dinle ey yârim işte ağlayan o Gecenin ka’r-ı pür-sükûnunda Zulmet-i ebkemin derûnunda… Gâh onun ihtizâz-ı pestiyle Mütevahhiş, hazin, rakîk ü nizâr Dağılır cevve bir sürûd-ı hezâr. Geh onun irtiâş-ı mestiyle Dolaşır kâinât-ı nâimeyi Bir umûmî şehîk-i tenhâyî… Onu kim dest-i ra’şe-dârıyle Çalıyor, perde perde inletiyor? Onu kim böyle gamla söyletiyor? Tellerin lâhn-ı inkisârıyle Hangi metruke böyle eğleniyor? Hangi mâtem bu sesle söyleniyor?… Gâh olur ince, nâzenîn bir ses. Leyl içinde sürüklenir, inler; Onu zulmet sükût ile dinler. Gâh olur bir figân-ı tîz-i heves; Bütün â’sâb-ı kâinâtı gerer; Kalb-i hâbîde-yî cihân titrer. Sonra bir şübka-yi bükâ olarak Düşer âguş-ı leyl-i târike, Çalışır rûh-ı samtı tahrike… Sonra tedricen alçalıp solarak O kadar pest olur ki öksürerek Zannedersin tebâh olup gidecek… Sonra baygın, kesik, sükût eyler; Mûsikî-yî sükûtu okşayacak Bir enîn-i hafî kalır ancak… Kim bilir, kim bilir neler söyler; Bu süreksiz, hevesli zemzemeler, Bu susup durma, sonra söylemeler, Bu nevâzişli, nazlı, hoş nağamât, Bu rekâket, bu lüknet-î elhân, Bu tereddüdlü mûsikî-yi figân, Bu yarım cümleler, yarım kelimât, Belki leyl-i hamûşa yalvarıyor; Belki bir tûf-ı tesliyet arıyor. Gâh mestâne bir şetâretle Bâd-ı pür-gûyu eyliyor taklîd; Uçuyor cevve pür hayâl ü ümîd; Gâh bir muğşiyâne hâletle İnliyor muhtazır, zebûn ü harâb; Oluyor can-be-leb tuyûra cevâb… Tâ uzaklarda işte bir piyano Onu, bî-şübhe, bir kadın çalıyor; Mûsikîden cevâb-ı ye’s alıyor. Dinle ey ruhum işte ağlayan o… Cenap Şahabettin
» Servet-i Fünun şairleri divan edebiyatına karşı olmalarına rağmen divan şiirinin bazı yönlerini kullanmaya devam etmişlerdir. Örneğin aruz ölçüsünü şiirlerinde ustalıkla kullanmışlardır. Sadece Tevfik Fikret'in "Şermin" adlı eserindeki çocuk şiirleri hece ölçüsüyle yazılmıştır. » "Kafiye kulak içindir." anlayışını benimsemişlerdir. » Divan edebiyatının "müstezat" nazım şeklini farklı vezinlerle şiire uygulamışlar, serbest tarzda müstezatlar yazmışlardır. Bunun yanında Batı şiirinden aldıkları sone, terzarima, triyole, balad nazım şekillerini kullanmışlardır. Bu nazım şekilleri edebiyatımızda ilk kez Servet-i Fünun döneminde kullanılmıştır. » Servet-i Fünun şairleri şiiri giderek nesre düzyazıya yaklaştırmışlardır. Divan şiirindeki beyit bütünlüğü yerine konu bütünlüğünü esas almışlardır. Divan şiirinde cümlenin anlamı bir beyit içinde tamamlanmasına karşılık Servet-i Fünun şiirinde uzunluğu birkaç mısra veya beyit devam eden cümleler kurulmuştur. Buna anjambman denir. Dönemin Şairleri Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Ali Ekrem Bolayır, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat, Celal Sahir, Faik Ali Ozansoy, Süleyman Nazif. Mensur Şiir Yazanlar Halit Ziya, Mehmet Rauf.
Servetifünun Edebiyatının roman ve öykü alanındaki en önemli ismidir. Önceleri sanat için sanat sonraları toplum için sanat anlayışını savunmuş ve buna uygun eserler vermiştir. Servet I Funun Donemi Roman Ozetleri Derskonum Com Kurtuluş Savaşının olağanüstü funun donemi eserleri. Servet-i Fünûn döneminde anı türünde başarılı eserler verilmiştir. Konusu karı-koca-aşık üçlü ilişkisi olan bu romanda sade ve akıcı bir dille ruhsal çözümlemelere yer verdi. Servet-i Fünun döneminde. Rübāb-ı Şikeste Servetifünun Döneminde yazdığı şiirler Halukun Defteri 1911 Şermin 1915 Fikretin çocuklara hitaben sade bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı eseridir. Roman Eylül Genç Kız Kalbi Ferda-yı Garam. Eserlerinde acıdoğaıstırapaileaşk gibi konuları işlemiştir. Halas Kurtuluş Roman Özeti Mehmet Rauf Serveti Fünun Dönemine ait eserler veren yazar Mehmet Rauf Halas eseri ile de ses getirmiştir. Servet-i Fünun Dönemi sanatçıları gerek sanat anlayışları gerekse Abdülhamit istibdadının getirdiği baskı ve sansür nedeniyletiyatro türüyle fazla ilgilenmemişlerdir. 11 TEVFİK FİKRET 1867-1915 111 Tevfik Fikret Eserleri. Bu başarıyı diğer eserlerinde yineleyemedi. Daudet Goncourt Kardeşler gibi yazarlardan etkilenmiştir. Asıl ününü Servet-i Fünunda tefrika edilen Eylül adlı romanıyla yaptı. Nadide Hayal İçinde Hayat-ı Muhayyel Hayat-ı Hakikiye Kavgalarım Siyasi Hatıralar Edebi Hatıralar Serveti Fünun Döneminde Şiir Özellikleri Serveti Fünun döneminde şiir oldukça ön. 12 CENAP ŞAHABETTİN 1870-1934 121 Cenap Şahabettin Eserleri. Her ne kadar öncesinde roman türüne yakın bazı edebi geleneklerimiz olsa da roman türünün ilk örnekleri Tanzimat Döneminde verilmiştir. Servet-i Fünûn Edebiyatı Şiir Roman adlı bu çalışmamızın devamı niteliğinde olan Milli Edebiyat Şiir Roman Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Şiir Roman adlı eserler planlanmış olup çalışmaları devam etmektedir. Tiyatroya büyük destek veren Ahmet Vefik Paşa görevinden alınmış Ahmet Mithat Efendinin yazdığı Çerkes Özdenleri adlı piyesin. Cenap ilköğrenimini Mekteb-i Feyziyede yapar. Ağır kapalı ve sanatlı bir dil kullanmışlardır. 1946da basılan bu roman Türk edebiyatındaki ilk psikolojik romandır. 1 Servet-i Fünun Edebiyatı Sanatçıları. Genç aynı zamanda yeni edebiyatın savunucuları aşağıda vermiş olduğumuz gibidir. Halit Ziya Uşaklıgil anı türünde yazdığı Kırk Yıl Saray ve Ötesi 3 cilt Bir Acı Hikâye adlı eserleri yazarın hayatını ve çevresini aydınlatması bakımından çok önemlidir. Şiirde Batılı nazım biçimleri kullanmıştır. Şiirde alışılmadık bağdaştırmalara yer verdiler. Bu dönem sanatçıları Servet-i Fünun adlı bir fen dergisi çevresinde toplanmış ve Türk Edebiyatında köklü değişiklikler sağlamışlardır. Fulya Hoca farkıyla Türkçe ve Edebiyat öğrenmek artık çok kolay. SERVET-İ FÜNUN EDEBİYAT-I CEDİDE TİYATROSU. Servet-i Fünun devri 1896 senesinde başlamıştır. Halas yani Kurtuluş eseri aslında bir İstiklal Harbi romanıdır. Bu dönem edebiyatımızda ciddi olarak mühim dönemlerden biridir. 2 Nisan 1871de Manastırda doğmuştur. Serveti Fünun Döneminde Roman. Ücretsiz olarak ister video derslerle isterseniz yazılı notlarla pdf slayt konu anlatımla. Toplumsal ve siyasal ortamı Han-ı Yağma 95e Doğru Balıkçılar Halukun Bayramı Hasta Çocuk Tarih-i Kadim Millet Şarkısı Promete Nesrin Sis gibi şiirleriyle eleştirmiştir. Daha fazla bilgi için ayrıca bakınız. Flaubert Hde Balzac A. Servet-i Fünun Döneminde Şiir Servet-i Fünun şairleri. 13 HALİT ZİYA UŞAKLIGİL 1866-1945 131 Halit Ziya Uşaklıgil Eserleri. 1891 yılında kurulan Servet-i Fünun topluluğu şiir roman öykü hatıra biyografi mektup ve deneme türünde birçok kitap yazmıştır. Şehbal Yahut İstibdatın Son Perdesi1908 Dram Deva-yı Aşk1910 Komedi Hulle Yahut Kabakçı Ferhat Ağa1910 Komedi Çifteli Mikroplar1920 Komedi Küçük Beyler Yahut Derse Devam Edelim1920 Komedi Tayyare1927 Okul Piyesi Ahirette Bir Gün1943 Manzum Ana Karnında Son Gece1943 Manzum Kirli Çamaşırlar1910 Kundak Takımları1910 Kayseri. HALİT ZİYA UŞAKLIGİL Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk romanları ortaya koyan sanatçıdır. Modern Türk romanının kurucusudurTürk edebiyatında Batılı anlamda ilk roman sayılan eser Mai ve Siyahı yazmıştır. Realizm ve Natüralizm akımından etkilenmiştir. şehik-i tenhayi yalnız hıçkırık teb-i ümmid ümit yarası saat-i semenfam yasemin renkli saatler vb. Serveti Fünun dergisi kapanınca toplum için sanat anlayışına kaydığı görülür. Tâmat Hac Yolunda Avrupa Mektupları Suriye Mektupları Tiryaki Sözleri Yalan Körebe Nesr-i Harp Evrak-ı Eyyam Nesr-i Sulh. Ayrıca Bkz Servet-i Fünun Edebiyatı ve Özellikleri. Onun basılmış eserleri şunlardır. Serveti Fünun Dönemi Edebiyatı Özellikleri Ve Sanatçıları. Osmanli Servet I Funun Edebiyati Edebiyat I Cedide Ilk Ve Tek Osmanli Padisahlari Eserleri Muzikleri Sitesi Kimdir Nedir Ansiklopedi Sozluk
serveti fünun dönemine ait şiirler